bugün

entry'ler (273)

sözlük yazarlarının itirafları

patavatsızlık benim genlerimde var. bugün annem benim için canlı bir örneğini sergiledi, gözlerim doldu, işte benim annem dedim. test edildi, %100 çalışıyor. sağlık bakanlığından onay bekliyoruz nasipse.

bir anda mutlu eden şeyler

tesisat akslarıyla seramiklerin ortalandığını görmek. tek seferde bunu başaran ustanın ellerinden öpesi geliyor insanın, gözlerim doluyor filan. bu aralar daha mutlu eden bişeye rastlamadım.

not : gizli işkoliğim.

neden bim sorusuna verilebilecek olası cevaplar

(bkz: neden olmasın)

1 ytl ile yapilabilecekler

öğrenci akbili önkoşuluyla kadıköy kartal metrosuyla 2 tur atılabilir. hatta 20 kuruşa aktarma yapılıp tur sayısı 3 e çıkarılabilir. kalan 10 kuruşla da sakız filan alınır.

türk kahvesi

tek başına içilmemesi gereken içeceklerdendir. muhabbet eşliğinde içilirse tadı ayrı bi güzel olur.

mimar gibi havalı olma rehberi

mimarların havası tartışılır, orayı bi yana bırakıp da yazılanlara bakarsak çoğu yerinde tespitler. mimarlık kelimelere takılan bir meslek grubu. üniversitedeki ilk proje dersimde hocamız bir konutta bulunan bölümler nelerdir diye sormuştu. hepimizin evinde misafire verilen önemin yanında biraz da gösteriş merakından kaynaklı bir misafir odası vardır. hatta kimi evlerde misafirin önemine göre o odaya alınmaz bile misafir, temiz kalmalı çünkü. evin en büyük, en kullanışlı odasını evde yaşayanlar kullanamazlar, kirlenir, halı lekelenir diye. işte ben de mutfak, tuvalet, banyonun yanında misafir odasını da söyledim. söylemez olaydım. onun adı yaşama alanıymış. yerim böyle işi dedim. kime hikaye anlatıyor bu kadın. evine gidip baksan onda da vardır bi misafir odası, çocuklarını filan sokmuyordur oraya. ama benim bu cevabımla baya güldü eğlendi. sanki yedi sülalesi saraylı. sonradan farkettim ki bu işin oluru buymuş. kelimeler kimi zaman hatta çoğu zaman tasarımından daha önemli olabiliyormuş. kütleye giriş yerine ben binaya burdan giriş verdim dersen bitmez o okul.
evinde istediğin kadar misafir odası olsun, adına yaşama alanı dedin mi havasından yanına varamazsın. "ailecek boş vaktimizi yaşama alanında geçiriyoruz, misafir gelince de oturuyor bi köşeye, bulaşığını filan yıkayıp gidiyor." ayıp lan, misafir odası olacak o evde, biz büyüklerimizden öyle gördük.

edit : yazının kaynağı için;

http://www.arkitera.com/g...i-havali-olma-rehberi/291

benerci kendini niçin öldürdü

tiyatroyu çok seven biri değilim, komedi olmadığı sürece izlemekten keyif almam pek fazla. lakin pek sanatsever ablamın vazgeçilmezidir tiyatro, ne zaman bilet alsa bir tane de bana alır sağolsun. bu oyun da onlardan biriydi. izleyenler bilir ki komedi değil. elde var iki bilet, aksilik bu, ablam da bir sebeple oyuna gelemedi. sordum sağa sola, herkeste bir meşguliyet. baktım oyunun süresine, 80 dakika. kötü de olsa 80 dakika dayanırım her türlü diye düşünerek gittim oyuna tek başıma. güzel geçen bir 80 dakika sonrasında, iyi etmişim de gelmişim dedim.

sahne tasarımı Michel Launay a aitmiş, pek güzel olmuş. Kendisinin ismini bu sayede öğrenmiş oldum. Müzikler Kudsi Ergüner'in. Sıkça dinleyeceğim isimler arasında yerini almıştır. Nazım Hikmet rolündeki celal kadri kınoğlu, çoğumuzun tatlı hayattan tanıdığı isim, oyunculuğu bırakıp şiir okusa da olurmuş. celal kadri nin tok sesiyle şiir okuması, ali atay ın çirkin sesiyle şarkı söylemesindeki içtenliği anımsattı bana.

ayın on dürdüyle ilgili söylenmiş en güzel cümleleri de bu oyunda duydum :

Ayın on dördü.
Ayın on dördünü Paris'te aç gezen gördü,
dedi ki:
— Bu gece ay
dibi kalay
bir tencere gibi...

Ayın on dördü.
Ayın on dördünü Fatihli hırsız gördü,
dedi ki:
— Bu gece ay
gökte açık kalan
bir pencere gibi.
Atlasak içeriye, aşırsak, be imanım, Meryem Ana'nın gümüş takımlarını.

Ayın on dördü.
Ayın on dördünü irlandalı bir polis gördü,
dedi ki:
— Benziyor ay
yıldızların yaldızlarını çalmak için
göğe çıkan bir hırsızın fenerine...


Ayın on dördü.
Ayın on dördünü şair Salih Zeki gördü:
benzetti kendi eserine
beğendi...

Ayın on dördü.
Ayın on dördünü Londralı bir lord gördü,
dedi ki:
— Benziyor ay
haşmetpenahımın dizbağı nişanına...

Kızardı ayın on dördü.
Kızaran ayın on dördünü bir parya gördü,
dedi ki:
— Benziyor ay
Ganj'ın üstüne damlayıp yayılan kardeş kanına.


Ayın on dördü.
Bu sefer bizzat
çekik gözleriyle ayın on dördü
KALKÜTA şehrine civar,
bir çay tarlası gördü.

otobüse binerken akbilini hazır etmeyen kadın

motor, metro gibi turnike sistemlerinin olduğu yerlerde tam da turnikenin önünde, kocaman çantasının ücra köşelerinde sıkışıp kalmış akbilini umarsızca arayan; bu arayış, bu turnike tıkayış onun yaşama hakkından farksızmış gibi triplere giren, o esnada cüzdanını, anahtarını yere düşürüp üfleyip püfleyen, acelesi olan onca insanı çileden çıkaran kadının yanında masum kalandır.

o akbilin sana lazım olacağı belli, o valiz büyüklüğündeki çantanın milyonlarca gözü var. o gözlerden içinde en az eşya bulunan, en kolay ulaşabileceğin bir tane bölüm vardır dimi. heh işte akbilini onlardan birine attığın zaman insanlık huzura kavuşacak, sol kulağındaki çınlamalar geçecek. basit yani.

(bkz: insanı hayattan soğutan şeyler)

gurur

korkaklıkla arasında ince bi sınır olandır. bazen gururdan değil, korkaklıktan kaybediyor sanki insan. gururum zedelenir korkusu, ego kaybı endişesi. zor yani.

küfür olmasaydı olacaklar

(bkz: küfür ruhun yelpazesidir)

kızların hoşlanma belirtileri

hoşlandığımı anlamasın da gururuma leke gelmesin mantığıyla hoşlanılan kişiye olabildiğince ilgisiz davranmak. hatta kötü davranmak. daha bugün şahit oldum. ya anlarsa dedi, anlaşılmasın diye çocuğu görünce kafasını çeviriyormuş. hoşlanıyor ama, ondan şüphemiz yok. uyursan geçer dedim.

istiklal caddesi

düşünme engelleyici. düşünmek istemediğin zamanlarda en iyi kaçış yeri. o kadar farklı insan, o kadar çok dikkat dağıtan faktör var ki insan yanındakini bile dinleyemiyor yürürken. istiklalin girişinde beyni bırakıp ilerliyorsun sanki.

tipsiz bir erkeği kültürlü diye seven kadın

seveceği kişiyi kendi seçebilen olağanüstü kadındır.
hayır anlamıyorum, seveceğiniz kişiyi kendiniz mi belirliyorsunuz. yakışıklılık katsayısını kültür seviyesiyle oranlayıp yüzdesini mi alıyorsunuz. belirli bir barajı geçenler arasında sıralama mı oluyor. benim bildiğim böyle yürümüyor bu işler. sırf yakışıklı diye birini sevemediğim gibi, çok kültürlü aşık olayım bari de diyemiyorum. benden bağımsız gelişiyor olaylar. herkes kendi seçebilse seveceği kişiyi bu mevzu bu kadar dallanıp budaklanmazdı. aşk acısı çeken hemen çektirmeyen birini severdi, samanlık seyran işte.

fotoğraf çekinirken tebessüm etme mecburiyeti

insanın kendini mutlu hatırlama isteğinden kaynaklanan durumdur. ilerde o fotoğraflara bakıp ne güzel günlerdi be diye hayıflanacaktır.

flash tv nin kuruluş amacı

mübalağa sanatını en uç noktalarda icra ederek, işlenen konu dramatik bile olsa oyuncularıyla bunu telafi etmek, güldürürken düşündürmek ve düşündürürken daha fazla güldürmek.
o tipleri nerden bulduklarıysa halen aydınlatılması gereken bir konu olarak kalmıştır.

türban müslüman örtüsü değildir

(bkz: acaba nedir nedir)

ben o değilim

(bkz: kimsin sen)

oz

prison break le kesinlikle kıyaslanmaması gereken dizi. michael scofield tarzında zekası fazla gelen bir adam yok. bir scofield kolay yetişmiyor anlaşılan. sert ele alınmış, rahatsız edici yanları oldukça fazla, ama bir hapishanede gülistanlık hayatlar beklemek saçmalık olsa gerek. dizinin bir ana karakteri yok. tüm karakterlerin boktan hayatları var haliyle. boktan olmayanların ki de oz da harcanıyor. tobias gibi. izlerken hayata şükretmeli mi, yoksa hayattan soğumalı mı karar veremedim.
augustus hill karakterinin dizinin gidişatını anlatan cümlelerine hayran kalmamak elde değil. sırf o cümleler için bile izlenir.

--spoiler--

diziye ilk başladığımda tobias, schillinger in elinden kurtulcak mı merakıyla devam ettim, adamın hayatı gittikçe mahvoldu. biri schillinger i öldürse de geceleri rahat uyusam. evet tek beklentim bu hayattan.

--spoiler--

ali atay

o kadar derin şarkı söylüyor ki o çatallı, çirkin sesiyle sürekli söylesin istiyor insan.
http://www.youtube.com/watch?v=49Kh1mS4Fhs
http://www.youtube.com/watch?v=FyklYqiimgc

yaş ilerledikçe camiilere olan rağbetin artması

(bkz: cennete koşar adım)